Vekil Doğan, Ülkemizin çevre, şehircilik ve iklimle ilgili sorunları ile ilgili önemli tespitler yaparak gündeme taşıdı

Kocaeli'nin tanınmış iş insanlarından Doğan Demir, Gelecek Partisi İstanbul milletvekili olarak, Ülkemizin çevre, şehircilik ve iklimle ilgili sorunları ile ilgili önemli tespitler yaparak gündeme taşıdı.

Gelecek Partisinden Doğan Demir TBMM'deki konuşmasında şu ifadelere yer verdi:Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri Gazi Meclisimizi ve buradan bizleri dinleyen halkımızı saygıyla selamlıyorum.

2025 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın bütçesini değerlendirirken, ülkemizin çevre, şehircilik ve iklimle ilgili sorunlarına da dikkat çekmek istiyorum.

Çünkü bu alandaki eksiklikler ve hatalar yalnızca bugünü değil, geleceğimizi de tehdit etmektedir.

Öncelikle deprem konusunu ele almak istiyorum. 6 Şubat depremlerinin üzerinden aylar geçti hala çadır ve konteynırlarda türlü zorluklar içinde yaşayan vatandaşlarımız var.

 

Herkes için her millet için bu kürsüden sesler yükseliyor fakat kendi vatandaşlarımız, depremzedelerimiz hala büyük sıkıntılar içinde, çadırlara, konteynırlara kar, yağmur doluyor ve seslerine kulak veren yok. Çok acı…

İstanbul’un çok büyük bir deprem riski var, Elazığ’ın, Malatya’nın, Manisa’nın zeminlerini de göz önünde bulundurursak çok büyük olası deprem riskleri var.

Ben size 99 depreminin merkezine yakın bir yer olan İzmit merkezden örnek vereyim. İzmit merkezde olası bir 6’dan büyük depremde binlerce bina yerle bir olur.

İnanmayan, itiraz eden varsa İzmit’te Doğukışla’dan Orduevi’ne kadar birlikte yürüyelim. Bakalım ne diyeceksiniz ne göreceksiniz…

 

Sayın Başkan, Değerli Milletvekilleri…

Türkiye, aktif fay hatları üzerinde bulunan bir deprem ülkesidir. Bu koskoca bir gerçek. Bu gerçekle yaşamayı öğrenmek zorundayız. Ancak üzülerek belirtmeliyim ki, geçmiş yıllarda yaşanan yıkıcı depremlerin ardından hâlâ yeterli dersler alınmamıştır. Bakanlık ve bağlı kurumlar deprem yönetimi konusunda ciddi eksiklikler sergilemektedir.

Depreme dirençli şehirler inşa etmek ve mevcut yapılarımızı depreme dirençli hale getirmek konusunda çok çok gerideyiz… Bu noktada;

Ülkemizin deprem kuşağında yer aldığı bir gerçek.

Bu gerçek kentsel dönüşüm projelerinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Ancak mevcut uygulamalar hem hız hem de kapsam açısından maalesef yeterli değildir.

Ülke nüfusunun %25’nin yaşadığı İstanbul’da yapılan araştırmalara göre kentte bulunan yapıların sadece %1’inin yıkılması durumunda dahi 500 bin insanımızın hayatı tehlikeye girecek durumdadır.

Hal böyle iken İstanbul’umuz da maalesef ki binaların %25’i riskli bu dilimin içindeki %25’in ise çok riskli durumda olduğu ortadadır.

İstanbul'un nüfus yoğunluğunun azaltılması ve daha dengeli bir demografik yapıya kavuşturulması, deprem riskini yönetmede önemli bir stratejidir.

Bu amaçla, ekonomik ve sosyal teşvikler yoluyla, nüfusun diğer bölgelere dağıtılması ve böylece hem İstanbul'daki yoğunluğun azaltılması hem de diğer şehirlerin kalkınmasının desteklenmesi gerekmektedir.

Bu gerçek karşısında ne yaptık peki ben söyleyeyim yapılanlar koskoca çölde bir küçük kum tanesi.

Bakın buradan çok açık bir şekilde söylüyorum şair diyor ya yarın geç olmakla meşhurdur diye evet tam olarak öyle olası bir İstanbul depremi sonrası o enkazların altından kimse kalkamaz. Yok olur gideriz. Perişan oluruz dünyaya da rezil oluruz.

Olası bir İstanbul depremi Türkiye’nin doğrudan bağımsızlığı ile ilgilidir. Sanayi, tekstil, lojistik, gıda onlarca temel ihtiyaç İstanbul üzerinden gideriliyor.

 

Gayri Safi Milli Hasılanın %30’undan bahsediyorum. Bu oran TÜİK verisi eminim ki daha fazladır.

İstanbul’un olası deprem riski memleket meselesidir, İstanbul’un olası deprem riski Türkiye’nin bağımsızlık meselesidir…

 

Deprem ve kentler deyince akla ilk gelen elbette kentsel dönüşüm oluyor önümüze bu konuda da sorun şu ki:

 

Kentsel dönüşüm projelerinde sosyal adalet göz ardı ediliyor, dar gelirli vatandaşlarımız dönüşüm projelerinden yeterince faydalanamıyor. Ayrıca, projelerde genellikle yerel halkın görüşleri alınmamaktadır.

Bu sorunun çözümü de şudur: Kentsel dönüşüm süreçlerinde katılımcı bir model benimsenmelidir. Bu sayede vatandaşların projelere aktif olarak dahil edilmesi hem sosyal huzuru hem de projelerin başarısını artıracaktır.

Ayrıca, dar gelirli aileler için daha fazla sosyal konut üretimi sağlanmalı ve bu konutların erişilebilirliği artırılmalıdır.

Finansman eksikliklerinin giderilmesi için uluslararası kalkınma fonlarından daha fazla faydalanılabilir.

Ne yazık ki kentsel dönüşüm konusunda hala büyük eksikliklerimizin olduğu da çok açık bir gerçektir.

Mevcut yapı stokunun depreme dayanıklılık analizleri hâlâ tamamlanmamış durumdadır.

Riskli binaların tespit edilip güçlendirilmesi yetersiz kalmıştır.

Afet sonrası acil müdahale ve koordinasyon çalışmaları eksik, Afet sonrası geçici barınma alanlarının planlaması ve hazırlığı yetersizdir.

Kentsel dönüşüm projeleri, rantsal kaygılarla yürütülmekte, afet riski azaltmak yerine yeni riskler yaratmaktadır.

Sosyal dengeyi gözetmeyen dönüşüm uygulamaları mağduriyetlere yol açmaktadır.

Şehirlerimiz hızla büyümekte ancak bu büyüme, çoğu zaman plansız ve sürdürülebilirlikten uzaktır.

Fakat akıllı şehir uygulamalarının yaygınlaştırılması bu soruna çözüm sunabilir. Şehir planlamasında uzun vadeli bir vizyon eksikliği bulunmaktadır. Trafik, enerji tüketimi ve atık yönetimi gibi alanlarda verimlilik sağlanamamaktadır. Bu noktada akıllı şehir projelerine daha fazla kaynak ayrılmalı ve bu projeler tüm şehirlerimize yaygınlaştırılmalıdır.

Özellikle enerji ve su yönetimi alanlarında yenilikçi teknolojiler teşvik edilmelidir. Ayrıca, kent planlamasında doğal afet riskleri göz önüne alınarak daha dayanıklı şehirler inşa edilmelidir.

Tüm Türkiye genelinde yapı stokunun dijital bir envanteri oluşturulmalı, riskli yapılar ivedilikle güçlendirilmelidir.

Kentsel dönüşüm projeleri, yerel halkın katılımıyla ve şeffaf bir şekilde yürütülmelidir.

Afet planları ulusal düzeyde yeniden ele alınmalı, yerel yönetimlerin kapasitesi artırılmalıdır.

Afet fonları doğru ve şeffaf şekilde kullanılmalı, bu kaynaklar başka alanlara aktarılmamalıdır.

Kentsel dönüşüm projelerinin temel amacı, güvenli, yaşanabilir, çevre dostu kentler yaratmaktır. Ancak uygulamada bu hedeflerden sapılmıştır.

Örneğin planlama hataları var. Çoğu proje altyapı kapasitesi, yeşil alan ihtiyacı ve sosyal doku gözetilmeden yürütülmektedir.

Sosyal etkiler gözetilmemektedir. Mahalle kültürünü yok eden uygulamalar, vatandaşların sosyal bağlarını koparmaktadır.

Çevresel Etkileri çok kötü. Kentsel dönüşüm projelerinde yeşil alanlar yok edilmekte, çevresel sürdürülebilirlik göz ardı edilmektedir.

Kentsel dönüşüm projeleri çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliği sağlayacak şekilde planlanmalıdır.

Dönüşüm projelerinde yalnızca bina yenileme değil, altyapı, ulaşım ve sosyal donatı alanları da kapsayıcı şekilde ele alınmalıdır.

Vatandaşların hak kayıplarını önlemek için etkin bir denetim mekanizması kurulmalıdır.

Türkiye’nin çevre kirliliğiyle mücadelesi yetersizdir. Özellikle hava, su ve toprak kirliliği ciddi boyutlara ulaşmış, iklim değişikliği etki

eri her geçen yıl daha fazla hissedilir olmuştur.

 

Hava Kirliliği konusunda;

Türkiye’de birçok şehir, Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınırların üzerinde hava kirliliğine sahiptir.

Termik santrallerin ve fosil yakıt tüketiminin etkileri kontrolsüz şekilde devam etmektedir.

Hava kirliliği, özellikle büyükşehirlerde halk sağlığını tehdit eden ciddi bir sorundur. Mevcut politikalar, bu konuda etkili bir iyileşme sağlamaktan maalesef ki uzaktır… Burada sorun şu ki sanayi kaynaklı ve ulaşım kaynaklı emisyonlar yeterince denetlenmemekte, hava kalitesini artırmaya yönelik önlemler yetersiz kalmaktadır.

Burada çözümde şudur: Hava kalitesi izleme istasyonlarının sayısı artırılmalı ve bu istasyonlardan elde edilen veriler, karar alma süreçlerinde daha etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Ulaşımda düşük emisyonlu araçların kullanımı teşvik edilmeli, toplu taşıma yatırımları artırılmalıdır.

Ayrıca, sanayi tesislerinin çevresel etkileri sıkı bir şekilde denetlenmelidir.

Su Kaynaklarının Tükenişi büyük bir sorun…

TÜİK ve Devlet Su İşleri'nin verileri, Türkiye'nin farklı bölgelerinde su varlıklarının dengesiz dağılımını ve bazı bölgelerde ciddi su stresi yaşandığını göstermektedir.

Özellikle Güneydoğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerindeki yetersiz yağışlar ve artan sıcaklıklar, su kaynaklarının azalmasına yol açmaktadır. Bu durum, içme suyu temini ve tarımsal sulama için büyük sorunlar oluşturmaktadır.

Barajlardaki doluluk oranları azalmakta, yeraltı suları bilinçsizce tüketilmektedir.

Su kaynaklarının kirlenmesi, ekosistemleri ve tarımsal üretimi tehdit etmektedir.

Su kaynaklarımız, iklim değişikliğinin etkisiyle giderek azalmaktadır.

Tarımsal sulamada kullanılan geleneksel yöntemler, su israfını artırmakta ve kuraklık riskini büyütmektedir.

Su kaynaklarının korunmasına yönelik altyapı yatırımları yetersizdir. Tarımsal sulamada modern yöntemler yaygınlaştırılamamış ve suyun adil paylaşımı hala sağlanamamıştır.

Akıllı sulama sistemleri yaygınlaştırılmalı ve tarımsal su kullanımında tasarruf sağlayacak politikalar devreye alınmalıdır.

Yer altı su kaynaklarının korunması için kapsamlı bir ulusal strateji oluşturulmalı ve uygulanmalıdır. Ayrıca, suyun kullanımında adalet sağlamak için etkin bir denetim mekanizması oluşturulmalıdır.

Bu konu önceliğimiz haline gelmeli ve su hakkında olan yanlış algıyı, hiç bitmeyecek algısını değiştirmeliyiz.

Çünkü üzülerek ifade etmeliyim ki su kaynaklarımız hem tükeniyor hem de çok ciddi kirletiliyor…

Atık Yönetimini bir türlü yoluna koyabilmiş değiliz…

Atık yönetimi ve geri dönüşüm uygulamaları yetersizdir. Plastik kirliliği ve tehlikeli atıkların bertaraf edilmesi konusunda somut adımlar atılmamaktadır.

Bu noktada;

Hava kirliliğiyle mücadele için temiz enerjiye geçiş hızlandırılmalıdır.

Su kaynaklarının korunması için etkin bir su yönetim stratejisi uygulanmalı, arıtma tesisleri yaygınlaştırılmalıdır.

Atık yönetiminde sıfır atık hedefleri daha somut projelerle desteklenmeli, belediyelerin geri dönüşüm kapasitesi artırılmalıdır.

 

İklim Değişikliği ile Mücadelede Eksik ve Yetersiz Politikalar var.

İklim değişikliği, yalnızca çevresel değil, sosyal ve ekonomik bir krizdir. Ancak Türkiye’nin bu alandaki politikaları hâlâ yetersizdir.

 

İklim değişikliği, ülkemizi derinden etkileyen küresel bir krizdir. Kuraklık, aşırı hava olayları gibi etkiler, yaşam koşullarımızı tehdit etmektedir.

Türkiye, Paris Anlaşması’na taraf olmuş ve 2053 yılı için net sıfır karbon hedefi koymuştur. Ancak bu hedeflere ulaşmak için atılması gereken somut adımlarda eksiklikler elbette mevcut.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılmasında ilerleme kaydedilse de fosil yakıtlara olan bağımlılığımız hala yüksek.

Ayrıca, karbon ticaret sistemi ve yeşil finansman mekanizmaları tam anlamıyla devreye alınmamıştır.

Bu konuda yenilenebilir enerji yatırımlarına daha fazla teşvik sağlanmalı, fosil yakıtlara verilen destekler kademeli olarak azaltılmalıdır.

 

Karbon ticareti sisteminin altyapısı hızla tamamlanmalı ve özel sektörün bu alanda aktif rol alması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Ayrıca, yerel yönetimlerin yeşil projelere erişimini kolaylaştıracak hibe ve kredi programları genişletilmelidir.

 

Tüm bunlar yapılmadığı için emisyon azaltımı konusunda Türkiye, Paris İklim Anlaşması’ndaki taahhütlerini yerine getirmekte gecikiyor…

Uyum çalışmalarında ise iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamak için somut bir ulusal strateji planımız hala eksik.

İklim değişikliğiyle mücadelede finansman kaynaklarının yetersiz olduğu çok açık görülmektedir.

Yenilenebilir enerji yatırımları teşvik edilmeli, fosil yakıt bağımlılığı azaltılmalıdır.

İklim değişikliğine uyum stratejileri yerel yönetimlerle birlikte hazırlanmalıdır.

Tarımda su tasarrufunu artıracak teknolojiler yaygınlaştırılmalı, kuraklık riski azaltılmalıdır.

 

Doğal kaynaklarımızın korunması ve biyolojik çeşitliliğimizin sürdürülebilir şekilde yönetilmesi, sadece çevre politikalarının değil, ekonomik ve sosyal politikaların da ayrılmaz bir parçası.

Ormansızlaşma, madencilik faaliyetleri ve kontrolsüz yapılaşma nedeniyle doğal alanlarımız hızla yok olmaktadır. Ayrıca, atık yönetiminde etkinlik sağlanamamış ve geri dönüşüm oranları hala düşük seviyelerdedir.

 

Bu konuda da orman alanlarının korunması ve genişletilmesi için daha etkili denetim mekanizmaları oluşturulmalı, yasa dışı madencilik faaliyetlerine karşı caydırıcı önlemler alınmalıdır. Geri dönüşüm oranlarının artırılması için Sıfır Atık Projesi daha geniş bir kesime yayılmalı ve özel sektörle iş birliği artırılmalıdır.

Bunun yanı sıra, yerel yönetimlerin bu konuda daha aktif rol oynaması teşvik edilmelidir.

Türkiye genelinde olası bir depremde büyük yıkıma neden olacak 2000 yılı öncesi inşa edilmiş, doğru bir mühendislik hizmeti almamış ve riskli olarak tanımlanan yapıların dönüştürülmesi gerekiyor.

Fakat Bakanlık yalnızca belirli bölgelerde kentsel dönüşüme gitmekte; gerçek anlamda risk taşıyan yapılar bir kenara bırakılmaktadır.

Kentsel Dönüşüm adı altında yapılan bu düzenlemeler, sadece büyük şirketlere büyük paralar kazandırır halka bir katkısı olmaz. Halkın güvenliğini sağlama amacı da taşımayacaktır.

Öte yandan bilimden maalesef uzak bir anlayışla hazırlanan deprem yönetmelikleri ise, halkın can güvenliğini tehlikeye atan bir diğer unsurdur.

2018 yılında güncellenen yönetmeliklerin, mühendislerin sahada kolayca uygulayabileceği bir yöntemden uzaktır.

Sadece akademik ve karmaşık bir dille kaleme alınmış olması da yönetmeliğin yalnızca kâğıt üzerinde bir tedbir olduğunu kanıtlamaktadır.

Bilimden uzak, uygulama zorluklarıyla dolu bu düzenlemeler, toplumu afetlere karşı daha korumasız hale getirmektedir.

Deprem gibi hayati bir konuda alınması gereken önlemlerin bilimsellikten uzak olması, yalnızca yönetimin halktan ne denli kopuk olduğunun değil, aynı zamanda toplumu koruma sorumluluğundan ne kadar uzaklaştığının da göstergesidir.,

 

6 Şubat depremlerinin ardından çıkarılacak çok ders var, bunlardan birisi de Jeoloji Mühendislerine yeterli kadro açılmamasıdır. Ülkemiz bir deprem ülkesi ve bu gerçeği kabul ediyorsak her il ve ilçe belediyelerinde o il ve ilçenin nüfusuna göre yeterli sayıda Jeoloji Mühendisinin istihdam edilmesi zorunlu hale getirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli Milletvekilleri, burada mesele bağcıyı dövmekten ziyade üzüm yemek, vatandaşlarımız kavgadan gürültüden uzlaşı kültüründen uzak ve ayrıştırıcı söylemlerden artık bıktı usandı. Bu kürsü halkın kürsüsü, bu kürsü uzlaşının, halkın faydasını gözetecek halkın vekillerinin kürsüsü bu niyet ve samimiyetle;

2025 yılı bütçe görüşmeleri kapsamında, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı kapsamında karşı karşıya olduğumuz sorunların çözümü için özetle ve yineleyerek şu somut önerileri sunuyorum.

1)Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artıracak ve enerji verimliliğini teşvik edecek kapsamlı bir ulusal strateji oluşturulmalıdır.

2)Kentsel dönüşüm projelerinde sosyal adalet sağlanmalı ve dar gelirli vatandaşlarımızın konut ihtiyacı önceliklendirilmelidir.

3)Atık yönetiminde geri dönüşüm oranlarını artıracak politikalar geliştirilmelidir.

4)Su kaynaklarının korunması ve akıllı sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması için gerekli bütçe artırılmalıdır.

5)Akıllı şehir uygulamaları yaygınlaştırılarak şehirlerimiz daha yaşanabilir hale getirilmelidir.

6)Hava kirliliği ile mücadele için daha etkili denetim mekanizmaları oluşturulmalıdır.

Çevre dostu ulaşım projeleri desteklenmelidir. Sonuç olarak, çevre ve şehircilik politikalarımızda daha yapıcı ve uzun vadeli bir yaklaşım benimsenmesi gerektiğine inanıyorum.

7)Tekrar ifade ediyorum İstanbul’un olası deprem riski memleket meselesidir, İstanbul’un olası deprem riski Türkiye’nin bağımsızlık meselesidir…

Bu bütçe görüşmeleri, ülkemizin çevresel sürdürülebilirlik ve iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerine ulaşması için de önemli bir fırsattır.

2025 Yılı Bütçe görüşmelerinin tüm milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

 

Bütçelerin halkımız lehine ve halkımızın refah düzeyinin yükseltilmesi yönünde kullanılmasını temenni ediyor, hep birlikte, daha yaşanabilir bir Türkiye için çalışmalıyız diyor, Genel Kurulumuzu Saygıyla Selamlıyorum…